YILAN HİKAYESİ
Son Asur kralı Asurbanipal’in kütüphanesinde bulunan eski bir Sümer metninde, yılanla kartal arasında geçen şu efsane anlatılır: Kuş, komşusu yılana, “Gel” dedi, “Barış ve dostluk yemini edelim ve ona uymayanın üstüne güneş tanrısı Şamaş’ın laneti yağsın.”Güneş tanrısının huzurunda yemin ettiler ve yeminlerini lanetle mühürlediler.
Sonra yavruları oldu. Yılanınki bir karaağaç gölgesinde, kuşunki bir Dağ doruğunda doğdu. Ve kuş yabani bir boğa veya eşek yakaladığında, yılan bundan yedi, çekildi ve yavruları yedi. Yılan yabani bir keçi veya antilop yakaladığında, ulu kartal yedi, çekildi ve yavruları yedi. Ta ki bir gün, kartalın yavruları tüylenip de kötü düşünceler kuşun aklına gelinceye kadar.
Ve efsane böylece devam eder.
Gerçekte yeryüzünde yılanlar kadar kendisine zıt anlamlar yüklenen bir başka yaratık bulmak mümkün değildir. Bir yanda “tanrı” kabul edilip kendisine tapınılırken diğer tarafta “insanoğlunun Cennet’ten çıkarılmasının baş suçlusu”, “şeytan” olarak değerlendirilmektedir.
Yılan kelimesi, etimolojik olarak Çince’deki “lung” kelimesinden Türkçe’ye geçmiştir.
Sanat tarihinde bu yaratığı ifade için ayrıca luu, ejder, ejderha, nek, mar, soğulcan, evran (evren), dragon, griffon… gibi daha pek çok isim kullanılmaktadır. Gerek yılan, gerekse onun dev şekli olan ejder (veya ejderha) sureti antik çağlara ait mitolojilerde çok yaygın bir semboldür. Bütün Eski Yakın Doğu’da olduğu gibi Eski Mısır’da da yılan, ilahi bir varlık sayılmaktadır. Antik Mısır’ın yılan suretindeki ilahesinin adı Lütufkar Uto veya Wazit dir. Buna mukabil bütün Mısır’da şeytan olarak tanınan Apophis de yılan suretindedir.
Eski Mısır sanatında görülen bir başka yılanlı tasvir ise kuyruğunu ısırarak halka şeklini alan yılan motifidir. Kuyruğunu ısıran veya yutan yılan yani “uroborus”.
Uroborus: Sonum Başlangıcımdır.
Bu simgeye Roma’dan Hindistan’a, Mısır’dan Çin’e kadar geniş bir coğrafyada rastlanır ve
genel olarak ebedi dönüşü, döngüsel zamanı ve hayatı, bölünmezliği ve sonsuzluğu
simgeler. Budistler onu samsara döngüsüyle özdeşleştirmişlerdir.
Eski Mısır’da Tıbbın İki Sembolü: Yılan Ve Hekim Imhotep’tir. Tıb kelimesinin orijinini aldığı Teb (Thebai) şehrinin totemi yılandır. Teb şehri ise Eski Mısır’ın en önemli sağlık merkezidir. Ayrıca Milattan üçbin yıl evvel Mısır’da yaşamış İm-Hotep in, tarihte bilinen ilk hekim olduğu iddia edilmektedir. Adı “Sulh ve Sükundan Gelen” anlamında olan bu hekim, engin tıbbi bilgisinin yanı sıra mimari ve astroloji’de de söz sahibi, yazarlık ve rahiplik yapan, çok yönlü bir alimdir.
San’at tarihiyle ilgili eserler, yılanın tıp sembolü olarak ilk defa kullanılmasının Sümer’lerde görüldüğünü belirtmektedir.Sümer tanrılarından birinin adı “Hayat Ağacının Hakimi” manasına gelen Ningişzida’dır. Bu tanrının sembolü olan ağaca sarılmış haldeki biri erkek biri dişi iki yılandır
Sopanın hayat ağacını, yani hayatı; yılanın ise gençliği temsil ettiği bu motif, binlerce yıl boyunca çeşitli ülkelerde yalnız sopa veya sopa-yılan, ya da birbirine sarılmış iki yılan halinde koruyucu ve şifa verici bir sembol olarak resimlerde, kabartmalarda kullanılmış ve Asklepios kültünden bu yana da hekimliğin amblemi olmuştur. Genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius’dur.
Homeros, Asklepios hakkında şu efsaneyi anlatır: Lapitler’in kralının kızı Koronis Apollon’dan hamile kalır. Apollon’un kardeşi Artemis bir ihaneti yüzünden Koronis’i okla vurarak öldürür. Apollon çocuğunu kurtarmak için kadının karnını yarar. Ölmek üzere olan çocuğu kurtarır ve at-adam kahin Khiron’a (Chiron) teslim eder. Kahin bu çocuğa Asklepios adını verir. Asklepios tükenmez şifa çareleriyle meşhur Khiron’un yanında eğitim görür. Hocasından sadece cerrahlığı değil, hastalara ilaç yapmayı, şifalı otlardan dertlere deva bulmayı ve hatta ölüleri diriltmeyi öğrenir. Ölüleri diriltmesi üzerine Zeusun gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios dahaSonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilir. Tıp amblemlerinde yer eden, ve tarihi M.Ö. 3000′ lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve onun asası ile bütünleşmiştir. Ölümünden sonra Asklepios adına ikiyüzden fazla mabed(Asklepion) kurulur. Asklepion’ların açılışı için izin almaya gelen hey’etlere, hekimlerle beraber kutu içinde bir yılan gönderme adeti vardır. Asklepion’ların giriş kapısı üzerinde “Buraya ölümün girmesi yasaktır” ibaresi yazılıdır. Hekimler imparatoru Galen’in iyileşmeyeceği görüşüyle Asklepion’a kabul etmediği hasta, intihar amacıyla iki yılanın zehirlerini boşalttığı tastan içer. Ancak ölmeyip iyileşmeye başlar. Galen İyileşen hastaya: “Yılan zehirinin aynı zamanda şifa verici olduğunu düşünüyor, fakat hastalarda denemeye cesaret edemiyordum. Benim bu düşüncemi haklı çıkardın. Bundan sonra Asklepion’un sembolü çifte yılan olacaktır” der. Asklepios’a göre hekim yılan gibi dilsiz olmalı, kimsenin sırrını başkasına söylememeli, sabır ve sükunet içinde çalışmalıdır. Asa ile temsil edilmesi tababet tahsilinin kısa sürede öğrenilmeyip ihtiyarlayıp asaya dayanıncaya kadar hekimin öğrenmeye ve tecrübe kazanmaya ihtiyaç duyduğunu belirtmek içindir. Diğer taraftan asa, iyilik tanrılarının remzidir. Yılan ise kötülük tanrılarının alametidir. Asaya sarılmış yılan, iyilik ve kötülük ilahlarının bir araya gelmesi demektir.
Bundan dolayı hayat ağacının bir modifikasyonu olan asa (veya Eskülap’ın sopası), Batı’da da kendisine sarılmış yılanla beraber sağlık bilimlerini (hekimlik, dişhekimliği, eczacılık ve veterinerlik) temsil eder.
Türkiye’de bu yılanlı asanın ilk defa resmi olarak kullanılması, 1836 yılına isabet eder. Sultan II. Mahmud, bu tarihte, Mekteb-i Tıbbiye talebelerinin ilk defa resmi kıyafet olarak yakalarına yılanlı asa (caduceum) işlenmiş elbiseler giymesi hakkında ferman çıkarmıştır.
Eski Grekler’de elçilerin kullandığı defne veya zeytin dalından asaya sarılmış çifte yılan ile kanatlı caduceum ise, onlara emniyet ve masumiyet sağlayan barış ve ticaret sembolü idi.
Yakın zamanlarda başka bir Yunanlı tanrı Hermes’in (diğer adıyla Merkür) asası (caduceus) da tıbbın sembolü olarak kullanılmaktadır. Hermes’e abisi Apollon zenginlik ve servetin sihirli asasını verir. Asa, uyuşmazlık içinde olan herhangi iki şeyi uzlaştırma gücüne de sahiptir. Hermes yeni asasını denemek için birbirlerine öfkeyle tıslayan iki yılanın arasına sokar. Yılanlar kavgalarını unutup, asanın etrafına sarılırlar ve o günden sonra hep asanın üzerinde kalırlar. Ayrıca çift yılanlı Hermes’in”caduceus”unun üzerinde de bir çift kanat bulunmaktadır
Dünyada adli tıp ve adli bilimlerin de sembolü de yılandır. Burada tıp ve adalet sembollerinin birleşmesi göze çarpmaktadır.
Eski Türkler arasında da yılan sağlık ve mutluluk sembolü olmuştur. Sağlık kuruluşlarının kapılarında çifte yılan sembolü vardır. Anadolu’da Selçuklu Hastaneleri buna örnektir. Hastalık kötülük ve ceza demektir. Kötülükler yer altından gelir; yılan da yer altında yaşamaktadır. Yılan aynı zamanda gücü, kudreti ve koruyuculuğu simgelemektedir. Öldürücü olması ona karşı korkuyla karışık bir saygı
duyulmasına neden olmuştur.
Kızılderililere göre yılan; deri değiştirerek doğum, yaşam ve ölüm arasındaki metamorfozu simgeler.
Böylece tarih boyunca yılana atfedilen özellikler doğurganlık, ölümsüzlük, sağlık, hekimlik, sağduyu sahibi olmak, bilgelik, kehanet, iyi talih, fiziksel güç ve hız, olarak sıralanabilir.
Şifalı bitkilerde açıkça gözlenen tabiatın iyileştirici kudretini en yakından tanıyan, en iyi bilen canlının da yer altında yaşadığı için bu bitkilerle çok yakın komşuluk halinde bulunan yılan olduğu kabul edilerek, hekimlik sembolü kendisine yakıştırılmaktadır.
İslam ülkelerindeki Lokman Hekim kıssası, Gılgamış efsanesini hatırlatan motifler taşır. Yiyenlere ebedi hayat, ölümsüzlük bahşeden otu, Lokman Hekim, araştırmaları sonunda Çukurova bölgesinde bulur. Keşfinin heyecanıyla köprüden geçerken düşürdüğü otu Lokman Hekim eline geçiremeden bir yılan yer. Bundan dolayı yılanın ölümsüzlük, yaşama gücü ve sağlığı temsil ettiğine inanılır.
Yılan, bilhassa zehirli yılan ölüm sembolüdür. Ancak ölümün zıddı olan hayatı da hatırlatmaktadır. Dolayısıyla yılan, hayat ve sağlığı aynı anda remzetmek için kullanılan bir motif hüviyetini kazanmaktadır
Uzak Doğu Yin-yang felsefesinde çift başlı yılan motifinde bir yılan başı hayatı, öbür yılan başı ise ölümü temsil etmektedir. Dolayısıyle çift başlı yılan zehir ile panzehiri hatırlatan bir örnektir.
Babillilerin ulusal destanında Gılgamış, ölümsüzlüğü elde etmek için yeraltından ölümsüzlük otunu çıkarır. Ancak bir fırsatını bulan yılan bunu yer. Yılanın çok yaşayan hayvan olması bundandır.
Aztekler çıngıraklı yılana özel bir önem verirlerdi. Hatta çıngıraklı yılan tarafından ısırılan Aztekler, toplumda itibarlı bir mevkiye yükseltilirdi. Yılan tarafından ısırıldığı halde ölmeyen kimseleri ilahlar ile temasa geçmiş seçkin kimseler olarak kabul ederlerdi.
Hem Maya, hem de Aztek kültürünün efsanevi kahramanı olarak kabul edilen beyaz renkli ve iri burunlu Quetzalcoatl’ın sembolü, tüylü yılandır. Tüylü Yılan motifi birçok mefhumun yanı sıra bilgi, şiir ve şifanın sembolü olarak kullanılmıştır.
Grek mitolojisinde Medusa, baktığı insanları taşa çeviren bir kadındır. Phorkos’un kızları olan üç Gorgon’dan biri olan Medusa’nın başı saç yerine yılanlarla kaplıdır! Gorgonlar, saçları yılan olan dişi canavarlardır. Onları gören erkekler taşa dönüşür .
Orta Asya Türk boyları arasında olumlu vasıflar taşıyan bir yaratık olarak kabul edilen yılan veya ejderha motifi, daha sonra korkunç ve zararlı bir hayvan hüviyetine bürünür. Ejderha, yılanın mübalagalı surette büyütülmüş, korkunçlaştırılmış ve stilize edilmiş, tamamen hayali ve efsanevi bir modelidir.
Türk hikayelerinde yılan sıklıkla insanoğluna karşı hürmetkar, sabırlı,
misafirperver, dost, yardımcı, merhametli, affedici ve bilge bir mahluktur. Gerektiğinde insanoğlu uğruna -Şahmeran efsanesinde olduğu gibi- kendini feda etmektedir.
Yılanın dili çatallıdır. Çatal dil ise dedikodu ve arabozuculuk işaretidir. Bundan dolayı dedikodu, arabozuculuk yapan kimselere yılan dilli denir. Bir yerin ıssız, tenha olmasını ifade için kullanılan deyimin tamamı, “kuş uçmaz, kervan geçmez, yılan bağırsağını sürümez ” şeklindedir.
İstanbul Boğazı’ndaki Kız Kulesi hakkındaki efsaneye göre bir kahin, imparator Konstantin’e, kızını bir yılanın sokarak öldüreceği kehanetinde bulunur. Konstantin, bu kehanetin oluşumuna engel olmak için İstanbul Boğazı’nda, deniz ortasında yaptırdığı bir kuleye (Kız Kulesi) kızını saklar. Ancak Kuleye gönderilen bir üzüm sepetine saklanan zehirli bir yılan, kızı sokarak öldürür! Aynı efsane, Silifke sahillerinde, kıyıdan birkaç yüz metre uzakta Bulunan Kız kalesi hakkında da anlatılmaktadır.
Selçuklu Mimarisinde Darüşşifalarda yılan motifleri bulunmaktadır. Mar kelimesi farsça “Yılan” manasına gelmekte olup, Maristan (Yılan Yurdu) kelimesiyle duvarlarında yılan sureti bulunan bina, yani hastahane kastedilmektedir. Dolayısıyla yılanlara atfedilen sağlık, şifa ve afiyet manaları da böylece hatırlatılmakta, tedavi ettirilmektedir. Darüşşifalara maristan yani yılanlı bina denmesinin bir başka sebebi ise , yılanların kötülük ve hastalıkları yutarak iyilik ve şifa dağıttıklarına
inanılmasından dolayıdır. Zaten Selçuklular devrinde inşa edilen hastahanelerin hemen hepsinin kapısında çifte yılan motifi bulunmaktadır.
Anadolu Selçukluları devrinin en mühim sosyal, kültürel, sınai, iktisadi ve siyasi teşekkülü olan Ahi Teşkilatı’nın kurucusu Şeyh Nasiruddin Mahmud’un efsanevi adı “Ahi Evren(Evran)”dır. Evren kelimesi kainat, alem ve yılan, ejder manalarını taşımaktadır.
Debbağların “Pir”leri olarak kabul ettikleri Ahi Evren, kitapları ve hakkında anlatılan
efsanelerden anlaşıldığına göre yılandan kırbaç ve panzehir imal eden bir hekimdir.
Yılan zehrinin kendisine zarar vermemesi, bünyesinde onun zehrini tesirsiz hale getiren panzehirin varlığıyla izah edilmiş ve çok eski zamanlardan beri yılandan panzehir elde edilmeye çalışılmıştır.
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, yılanın, bilhassa birbirine sarılmış çifte yılanın Orta Asya Türkleri arasında saadet, sağlık, uğur ve şifa sembolü telakki edildiğini belirtir. Anadolu halkı yılandaki şifa verici gücün Eyyub Peygamberle ilgili olduğuna inanır. Halk inancına göre Eyyub Peygamber’in yarasına düşen kurtlar, vücudunu yiyerek delik deşik etmişler. Eyyub Peygamber bu ızdıraba sabretmiş. Sonunda çilesini tamamlayınca, topuğunu yere vurması vahyedilmiş. Vurduğu yerden çıkan su ile yıkanmış. Eyyub Peygamber yıkanırken, vücudunu kemiren kurtlar yere düşerek bir kısmı sülük, bir kısmı ise yılana dönüşmüş. Anadolu halkı bundan dolayı sülüğün de şifalı olduğuna inanır.
Onaltıncı asırda bazı Avrupa şehirlerini sık vuku bulan veba salgınlarından korumak için hususi sikke (madeni para) basıldığı bilinmektedir. Bu paraların bir yüzünde yılan resmi altında “Yılana bakan yaşayacaktır” yazılıdır…
Prof. Dr. İ.Hamit Hancı’nın makalesinden alıntılanmıştır.
Ankara Univ. Tıp Fak. Adli Tıp A.D STED (Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi) – Türk Tabipleri Birliği Cilt:14 Sayı:8 Ağustos 2005